meditasyon kayıtları (yazılı)



İşte kitabının adı ve Afet’imin 2009’da yazdığı önsözü..

Ç.E.

 

YAŞSIZ

 

Sabahın ilk saatleri..

Güneş henüz dağların yücelerini aşmamış.

Ama belli ki tan yeri ağarmış doğduğu yönde.

İki koca dağın kesiştiği bir vadi.

Derin, gölgeli. Yemyeşil ağaçlarla bezeli..

Ancak,

o yerde,

güneş yükseldiğinde görünür her tonu yeşilin

 

Ve dağın eteklerinin tabana değdiği yer;

çimenli bir düzlük…

Küçük,

sevimli,

huzurlu !..

Güneşin doğduğu tarafta değil.

İlk aydınlattığı dağın yamaçlarında…

Ortalarında bir yerde;

ağaçların arasına gizlenmiş,

bitmemiş bir kulübe.

Ve onunla yaşayan,

yaşsız bir insan !..

 

Öyle anlar vardır ki;

orada,

zamansız bir zamanda,

zeminsiz bir zeminde,

yaşsız bir insan yaşar.

Hiç durmaksızın,

ağaç dallarından kendisine bir yuva yapar.

İnce, kalın dallardan

ve

ibadet eder gibi seçip,

aralarına döşediği

irili ufaklı taşlardan.

 

İncecik bir su doğar orada.

Kulübenin önünden, yanından, arkasından akıp,

ormanın derininde kaybolan..

Her bir dalı örerken,

her bir taşı koyarken,

oraya;

birlikte bir “anlam” da koyar.

Böylece; binlerce duygu, binlerce düşünce ile

bir “ruh” doğar.

İlmek ilmek, nakış nakış örülmektedir kulübecik.

Hiç bitmeyecek gibi sabırla,

keyifle,

huzurla…

 

En ufak detayda onun düşünceleri, hayalleri, zevkleri

ve ruhu vardır.

Bitmeyen bir hazla,

mutlulukla oynanır bu oyun.

Çünkü bilir

o yaşsız;

kulübe bittiğinde

bitecektir oyun.

 

Ben küçücükken oynardım bu en sevdiğim oyunu.

Evimizin taşlığında kahvaltı ettiğimiz tahta bir masa vardı.

Her sabah ailenin, çevresinde toplanmasından mı,

çeşitli nimetlerin üzerinde paylaşılmasından mı bilmem,

o masada bir huzur vardı.

Ve beni ona çeken bir şey..

Üzerinden hiç eksilmezdi ekmek

ve hiç bitmezdi

altında oynanan bu oyun.

 

Masanın altını ninemin başörtüleri ile çevreler,

sabahın erken saatleri gibi loş yapardım.

Başörtülerinden hoş bir koku yayılırdı.

Sonra içine girer,

bana sonsuzluk gibi gelen;

keyifli hayallerle bezeli,

bu oyunu oynardım.

Oyun da biterdi

ev bittiğinde.

Ben bunu bıkmadan, usanmadan

ve her gün daha çok artan bir heyecan

ve mutlulukla

tekrar tekrar oynardım. 

 

Ne zaman büyüdüm ?..

Ne oldu o masaya ?..

Nasıl unutuldu o oyun ?..

Bilmiyorum…

Ama,

tekrar hatırladığım gün,

otuzlu yaşlarımda bir gün,

zihni durultmayla ilgili okuduğum bir kitapta ;

“sakin bir yere oturun. Gözlerinizi kapatın.

Ve kendinizi içinde; huzurlu, güvenli hissedeceğiniz bir sığınak hayal edin” diyordu.

İşte o anda kendimi o vadide,

o kulübede,

o evi yaparken buldum !.

 

O gün bu gündür,

bu artık benim;

yaşam oyunum…

O vadi neredeydi ?

Gözlerimin önünde resim gibi duran

dağlar;

hangi dağlar ?..

Neden o kulübe hiç bitmezdi ?..

O insanın benimle ilişkisi  neydi ?..

Yoksa o, ben miydim ?..

Ya da hayatlarımdan birindeki

bir ben mi ?..

Neden yaşsızdı ?..

Neden hayatımı

bu denli etkiliyordu ?..

 

O oyunla

ve o sığınakta

aktı hayatıma,

bütün boyutlar

ve enerjiler.

 

İşte onlar bunlar…